DİZİ
Bir Başkadır: Aramızdaki Tüm Mesafeler
Berkun Oya’nın ustalık eseri diyebileceğimiz son zamanların en çok konuşulan Bir Başkadır’a detaylı bir bakış…
Son zamanlarda Netflix’in orijinal içeriklerine önem vermesiyle birlikte Türkiye için yaptığı işlerin sayısı da arttı. Bunlardan biri Merakla beklenen “Bir Başkadır”. Fragmanının yayımlanmasıyla birlikte herkesin söylediği tek şey “Eee! Bu dizi bize ne anlatıyor?”, ikinci soruysa “Bu film değil miymiş ya, nasıl dizi olur?”. Baktık milletin kafası karışmış, biz de bu duruma bir el atalım dedik. Fiskos masası olarak zaten ilmek ilmek işlenmiş yapımı bir de biz, her ilmeğini ayrı ayrı didikledik. Hadi o zaman yazımıza, ne bekliyorsunuz, merak etmiyor musunuz?
Berkun Oya, Oyuncu Kadrosu ve İlk İzlenim
Berkun Oya’nın yazıp yönettiği aynı zamanda yapımcılığını da üstlendiği Bir Başkadır’ın oyuncu kadrosu adeta bir yıldızlar geçidi. Daha kimi göreceğiz diye beklerken kimleri görmedik ki diyoruz. Bu kadroda Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit, Defne Kayalar, Settar Tanrıöğen, Tülin Özen, Alican Yücesoy ve Bige Önal yer alıyor. Tüm oyunculuklar nefisti, bu kadar iyi bir kadro bu kadar üstün bir performans sergileyerek hayran bırakıyor. Fatih Artman ve Öykü Karayel adeta oyunculuklarını şahlandırıyor. Noksan kısımlardan biri ise Melisa’ydı. Melisa dolaylı yoldan en dış halka olarak gözüküyor. Onun ‘portakallı kek’ ile olan bağlantısını sevsek de acaba dedirttiği bir gerçek. Olmasa da olur muydu o konuda emin değiliz.

Dizinin senaryosunu yazan Berkun Oya, ilk bölümü de çektikten sonra projesini alıp Netflix’e götürüyor. Netflix’in onayından geçtikten sonra dizi Netflix’in oluyor. Yine başa dönecek olursak, fragmanla ilgili izlenimlerimize, herkesin ortak şaşırdığı noktalardan biri ise Netflix’te türbanlı bir karakterin oluşu, tabii tetikte bekleyen linç makinesi toplumumuz ise parmaklarını çıtlatıp tuşlara basmakta geçikmemiş. “Ülkemizi kötü göstermeyinler”, efendime söyleyeyim “Dini kullanmayınlar, neden böyle bir karakter varlar, başörtüsü öyle mi bağlanırlar, bu dizi bize ne verecek vs vs vs kaynayan yorum çukurlarıyla dolmuş. Burada küçük bir parantez açıyoruz: Aç parantez ” Burda genel kitleye karşı bir eleştiri yapmamıza karşın asıl temelde kendimize de bu eleştiriyi getiriyoruz çünkü bizde ilk izlediğimizde “hmmm?” olduk. “Bize ne anlatıcaklar” diye sormadık değil ama bu demek değil ki linç şövalyelerinin bir numaralı neferi olacağımız” kapa parantez.
Bir Başkadır Bize Ne Anlatıyor? Bir Başkadır Konusu Ne?
Gelgelelim konumuza, çok yönlü bir metropol olan İstanbul’un farklı mekan ve farklı kültürel alt yapılardan gelen farklı bakışlara sahip bir grup insanın bir şekilde yollarının kesişmesini anlatıyor. Bu etkiye ister kelebek etkisi deyin ister kader ama biz temas kurduğumuz herkesten ve her şeyden sorumluyuz. Tıpkı Küçük Prens’te ki gibi ‘Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun herkesten‘ diyor tilki. Bir yandan derinde bir yerde bu sözleri duyuyoruz.

Haftanın üç günü gündelikçilik yapan Meryem, gittiği evlerden birinde çantası açar ve içinde gördüğü şeyle bayılır. O sahneden sonra zaman bizi bir yıl öncesine atar. Dizi bir yıllık sürecin döngüsel olarak anlatılmasıyla tamamlanıyor. Sahne nasıl açıldıysa finalde de aynı şekilde kapanıyor.
Meryem, Peri, Gülbin, Sinan Sarmalı
Meryem, bayılmalarına şifa bulmak için tanıdıklarının vasıtasıyla, psikiyatr Peri’nin muaynehane gider. Uzun süre etrafı izler, konuyu dağıtır başka şeylerden bahseder. Sık sık saati ve 24 numaranın oradan geçip geçmediğini sorar. Peri sakin bir tavırla cevaplasa da onda rahatsız edici bir yan olduğunu sezersiniz.

Muaynehane değişir bu sefer karşıda oturan kişi Peri’nin kendisidir. Karşısında ki ise hem arkadaşı hem de psikiyatrı Gülbin’dir. Peri, yetiştirildiği ortam ve yaşam tarzı gereği hep yurtdışında yaşamış, ülkeye döndüğündeyse içsel olarak oturtamadığı bazı konular vardır. Bunlardan en temeli ‘Türbanlı Kadın’lar. Fazlasıyla önyargılı bir tutuma sahip olan Peri, Meryem ile olan seansını Gülbin’e anlatır. Seans bitene kadar mimik oynatmayan Gülbin, Peri kapıdan çıkınca rahatsız olduğunu iliklerine kadar belli eder. Beraber vakit geçirdiği Sinan’ın yanına gider. Sinan’a olayı anlatır. Sinan pek tepki vermez. Konuşmaz, hatta dinlemez. Tek sorusu “Gece kalacak mısın?” Gülbin durumun farkında olmasına rağmen önce reddeder ama her gece kalır her sabah o yatakta bir şeyleri sorgular. Yüzünden anlarsınız “Ne yapıyorum ya ben?” sorusunun ete kemiğe bürünmüş halini görürsünüz.
Ve Olaylar Gelişir…
Bu durum kısır bir döngü gibi devam etse de kırılmalar elbette ki olacaktır. Karakterlerle bağ kurmaya başlayacağız. Meryem, gece kulübünde bekçilik yapan abisi Yasin, hasta yengesi Ruhiye’yle ve yeğenleriyle birlikte yaşar. Yengesi geçmişte yaşadığı travmatik olayların etkisinden kurtulamadığı için ağır bir depresyondadır. Her şeylerini hocalarına danışan Meryem ve abisi, Ruhiye’nin bu durumunun çözümünü hastaneye gitmek yerine hoca danışmakta ararlar. Tıpkı hayatlarındaki her nokta gibi.

Meryem, Peri’nin yanına her gittiğinde daha da açılır. Sinan Bey’den bahseder. Onun portakallı kek sevdiğinden bahseder. Sevdiği için yaptığından. Bazı durumlarda bazı şeyler bizler için bir yanılsamadır. Meryem’in karakter gelişiminde bu yanılsamaların yavaş yavaş sönüp başka bir şekilde evrildiğine şahit olacağız.
Peri’nin Düğümleri ve Gülbin’in İsyanı
Peri, Gülbin ile seanslarına devam ettiği sırada Gülbin’in ablasının türbanlı olduğunu görür. O ana kadar kendiyle aynı safta omuz omuza yer aldığını düşündüğü Gülbin’le kırılması o an başlar. Gülbin ise İstanbul’a göçüp gelmiş Kürt bir ailenin kızıdır. Ailesinde türbanlı olmak olağan bir şeydir ve Peri’yle görüştüklerinde gerilmesinin sebebi biraz da bundandır. Hatta Sinan’a anlatırken bir yerde Peri hakkında “Kız saçını kapatmış, sen kafanı kapatmışsın diyemedim” diyor. Burada aslında mükemmel bir özet yapılmış ülkemizle ilgili. Bu ikilem daha iyi nasıl anlatılabilirdi.

Gülbin’in aynı zamanda engelli bir erkek kardeşi de vardır. Ablası Gülan’la mıknatısın iki zıt kutbu gibi oldukları için asla yıldızları barışmaz. Sürekli kavga ederler. Ablası kardeşlerinin dinle düzeleceğini düşünürken, Gülbin ise tıp ile iyileşeceğini düşünüyor. Bu kavgalarının birine Peri’nin şahit olması üzerine Periyle olan seanslarını Peri’nin tam çözüldüğü anda bırakması, Peri için fazlasıyla sarsıcı olur. Perinin haykırışı aslında hepimizin haykırışıdır. Kusursuz cam fanuslarımızda kibrimizle yansımamıza bakıyoruz.
Aynı zamanda Gülbin ve Peri’nin sürekli bir onlar dili var. Onlar güçlü, onlar yaptı, onlar etti. Hep bir onlar var, biz varız. Kim bu onlar, kim bu biz? Ayrıştırıcı bir etken olarak dile işlese de temelde öfke ve nefret barındırıyor. Toplumun üst tabaka kesiminden beklenmeyecek bir nefret söylemi de yer alıyor.
Peri ve Total’e İş Yapan Melisa
Peri tüm bu olanlar arasında yoga derslerinden birinde oyunculuk yapan Melisa ile karşılaşır. Sürekli ‘Total’e iş yaptığını söyleyen Melisa, yaptığı işi önemsemez pek. Soranlara da “Boş ver saçma sapan bir iş” der ve geçiştirir. Peri ise “Aman canım bakacaktım sadece. Oturup Türk dizisi izleyecek değilim ya” diyor. Tabii canım oturup Türk dizisi izleyecek değiliz ya. Bu cümleler yankılanıyor mu kulaklarınızda. Gün içerisinde onlarca yabancı Netflix içeriğini konuşurken, diğer dijital platformlarda ki onlarca içeriğe, filme, diziye getirecek bir yorumumuz varken, oturup Türk dizisi izleyecek halimiz yok ya. Burada Türk dizisi seviciliği yapmıyoruz. Burada izlediğimiz yapımın bir Türk işi olduğu bizlere hatırlatılıyor. Bu ince nüanslardan ötürü ayrıca tebrik ediyorum.
Ruhiye’nin Hurmaları

Hikayede artık kim kimdir ne nedir diye biliyoruz. Herkes tamam. Ağlar atıldığına göre, örülmeye de başlanabilir. Ruhiye, başladığı yere dönmek istiyor orada aradığı, onu kendine getirecek bir şeyler var. Onun peşine gidiyor. Yasin, her ne kadar sert bir yapıya sahip olsa da Ruhiye’yle arasındaki ilişki muazzam. Kendince yaraya çözüm bulmuş. Kabuk bağlasın istemiş. Kendince gül gibi karısının erimesine göz yumamamış. Onların hikayesine ‘hurma’ imgesel olarak öyle güzel yerleştirilmiş ki, sizi rahatsız ediyor. Ruhiye’nin sigara içerken oturduğu pencerenin önündeki ağaçta duran kuru dallarda ki olgun hurmalar sizi huzursuz ediyor. O huzursuzluk nasıl Ruhiye’yi boğuyorsa sizde de bir boğulma hissine neden oluyor.
Hurma, Ruhiye’nin silip atmak istediği geçmişinin bir hatırlatıcısı, durup durup kendini hatırlatan karanlık bir yandır. Yasin’in Ruhiye’nin bakışlarıyla hurmalara ulaşıp, hurmayı parçalar gibi yemesi de bundandır. O hatırlatıcıyı parçalayıp atmak istemiştir.
Ali Sadi Hoca, Kızı Hayrunnisa ve Arzular

Hocanın eşiyle olan bağı, kızının bambaşka bir yaşam arzusu herkesin kendi kapılarını açmak. En önemlisiyse şefkat ve sevgi. Hoca burada bir yerde kesin yargı veya otoriter gözükse de en herkese eşit mesafede olan yine hocanın kendisi. Hayrunnisa sürekli elektronik müzik dinler. Kendi kimliğiyle olmak zorunda olduğu kişi arasında sıkışmış bir karakter. Annesinin ölümünden sonra gitmeye karar verir. Babasının ‘Beni yalnız bırakacak mısın?’ sorusuna ‘Sende git’ cevabını verir. Kendi içindeki düğümlerin bir bir çözülmesinin aldırdığı nefesi görürüz.
Kozmopolit Yalnızlıklarımız
Genel olarak parçalı bir senaryoya sahip olan dizinin yapısı, gerek sondaki Ferdi Özbeğen’in söylediği şarkılarla ayrı bir jenerik oluşturmasıyla, gerek açılış ve kapanışlarda kullanılan yazının fontuyla tamamen düşünülmüş ve o ruha erişildiğini kanıtlıyor. Dizinin renk paletinin tonları, arka fondaki müzik tek kelimeyle muazzam, aşık olduk resmen. Uzun zamandır izlediğimiz en iyi işlerden biri ‘Bir Başkadır’. Resmen seyir zevkine doyduk. Bir iki küçük noksanlıklar olsa da bütünde enfes bir iş.
Kolektif bilinç altından sürekli bahsediliyor. Bir şekilde konu oraya geliyor. Bir toplumda kitlesel davranışlar, duygular, gelenek görenekler, kişisel ve gelişme ortamına bağlı değişkenlik gösterse de ortak payda da hepimiz aynıyız. Bir anne villa da otursa apartman dairesinde de otursa, eski bir albüme baktığında ki duygusu hep aynı veya sen seversin diye yaptım düşüncesi kitleseldir. Meryem’in kıyma kavurması ve Sinan’ın annesinin kıyma kavurması hep bundandır. Ama öğreniyoruz ki Sinan kıyma sevmiyor.

Minik detaylarla anlatım o kadar kuvvetli bir hal almış ki, gündelik hayatınızın seyrine dönüyorsunuz. Meryem’in ayakkabısında ki çamur, gündeliğe gittiği evlerde giydiği terliği, apartmanlar, asılı çamaşırlar, kiler halinde kullanılan balkonlar, cenazede yenilen helva, kalk kızım misafirlerle ilgilen denmesi, anne-kız gülüşmesi, misafirlerin evden çıkarken ki ayakkabılarını giyişleri, o kadar rutin ki o kadar göz odağında ki… Her gün gördüğümüz yaptığımız şeyler, hafızamızın kısa süreliği belleğine attığımız şeyler, birden göz odağımıza tekrar girince insanda oluşan o tanıdıklık hissinin tarifi yok.
Mekanlara bağlı olduğumuz, kozmopolit yalnızlıklarımızla, Meryem’le başlayan yolculuğumuz yine Meryem’in adımlarıyla sonlanıyor. Bittiğinde ise tam manasıyla göğüsünüz de bir yükün oturduğunu fiziki olarak hissediyorsunuz. Derin bir soluğa ihtiyacınız olacak.
Comments
0 comments
Related posts:
No related posts.
